Feysbuk adı verilen malum siteyi herkes bilir.Çoğu kişi üyedir , ama bazıları ise anti-popülüsit hareketleriyle "işim olmaz buba feysbuğda" nidaları ile dolaşmaktadır.Zaten kendi kendine konuşanlara da deli denir bize ne lan , napıyorsanız yapın derler adama ki ben demiyorum o hakkı kendimde görmüyorum.Şimdi lafın elastikiyetini ölçmeyi bir kenara bırakıp , bazılarını mahçup durumda bırakan fotoğraflardan söz etmek istiyorum.Hemen tahmin yürütmeye başlamışsınızdır , sallamıyorum ne düşünürseniz düşünün.İnsanların sarhoşluktan , şekillerinden , ışığın doğru açıda olmayaşından gibi türetebileceğimiz nedenlerden ötürü kötü çıktıkları fotoğrafları , ele güne karşı gösterme tutumunda bulunan arkadaşlardan haz almıyorum.Kişi komik olduğunu düşünse kendisi koyar o resimi değil mi ? bir başka husus ise , çocukluk fotoğraflarını koyan insanlar.Yahu küçükken hangimiz şirin değildi soruyorum size , kendi adıma yanıtlamam gerekirse ben şirindim.Küçük iken gayet şirin olup büyüdükçe çirkinleşen insanlardan biriyim misal.Şimdi bu şirin mi şirin fotoğrafları koymayı eleştiriyorum.Açıkcası küçüklük fotoğrafı güzel diye hiç bir kızın , hiç bir erkeğe şans tanıyacağına inanmıyorum (özellikle cinsel açıdan).Ulan ne yapayım o sulu gözlü , saçları limonlu , boynu bükük fotoğraflarınızı.Çok moda oldu bu feysbuk , çok rahatsız olmaya başladım.
neyse yazımı güzel bir makale ile bitirecektim ama adresini kaybetmişim.Sonra eklerim yazıya.

Günlük hayatımızda sık sık kullanırız yukarıdaki sözü. Şimdi bir örnekle konuyu irdelemeye başlayalım:

"Fil gibi güçlü delikanlıyı bir hiç uğruna harcadılar."

Yukarıdaki cümleyi okuyunca bu cümlede yanlış bir şeylerin olduğu hemen seziliyor sanırım. Çoğumuz burada kullanılan benzmetmenin "Fil gibi" değil "Aslan gibi" olması gerektiğini düşünüyordur. Elhak öyledir de. Hayvanlardan yola çıkılarak yapılan benzetmelerde genellikle sevilen, insanda saygı uyandıran ya da bir özelliğiyle diğerlerinden çok ön plana çıkmış olanları tercih edilir. "Tilki gibi kurnaz adam." benzetmesinde tilkinin kurnazlığı benzetme yönü olarak kullanılmıştır. Peki öyleyse, nasıl oluyor da "Teşbihte(benzetmede) hata olmaz." ulu orta her yerde kullanılmaktadır. Kullanılmaktadır zira sözün ihtiva ettiği mânâ şöyle anlaşılmaktadır:
"Benzetmedir, uydur uydur söyle. Sen benzetme yap ne olursa olsun gider. Zaten benzetmede hata olmaz."

İşin iç yüzü hiç öyle değildir aslında. Bu cümle "Oku oku da baban gibi eşek olma." sözünde olduğu gibi değişik anlamlar verilerek birkaç şekilde okunmaya müsaittir. "Benzetmede hata olmaz." sözünde de mevcut olan bu ikili okunabilme imkânı ne yazık ki yanlış noktadan okunmuş ve söz hiç amaçlamadığı bir anlamın hizmetçisi olarak kullanılıyor. Peki doğrusu nedir veya nasıl olmalıdır?

Öncelikle "Teşbihte(benzetmede) hata olmaz." sözünün ifade ettiği mânâyı doğru tespit etmek gerekir. Bu sözden murat şudur: "Teşbihi(benzetmeyi) öyle bir yap ki onda hiçbir hata olmasın. Zira benzetme hata kaldırmaz ve/veya kabul etmez."

Birçoğumuzun malumu olduğu üzere benzetmede benzeyen, benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı olmak üzere dört ana unsur bulunmaktadır. Tabii bu klasik bir benzetmede bulunur ve bunların bir veya birkaçının teşbihte bulunup bulunmamasına göre benzetme "açık, kapalı ya da temsili istiare" olmaktadır. Mevzunun burası alanın meraklılarını alakadar ediyor. Sadece bir örnek vereyim. Yahya Kemal Beyatlı'nın meşhur Sessiz Gemi şiiri edebiyatımızdaki en güzel temsili istiare örneklerindendir. Zira şiir "ölüm" hakkındadır ama şiirde ölüm ile ilgili bir tek kelime kullanıldığı görülmemektedir. Haddizatında "Sessiz Gemi" de "ölüm"ün ta kendisidir.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.

Teşbihte hata olmayacağına bir delil de teşbihte benzetilenin rastgele seçilmemesidir. Meselâ sevgilinin boyu Divan şiirinde de Halk şiirinde de "selviye" benzetilir. Uzun boyu ve nazlı bir görünüm sahibi olması sebebiyle. Bununla birlikte "kavak" benzetmesi kullanılmaz. Kullanılsa bile bu olmumsuz durumlar için geçerlidir. "Kavak kadar boyu var ama akıl vermemiş Allah." cümlesinde olduğu gibi. Veya göz "ahû(ceylan)"ya benzetilir ama dünyanın en güzel gözlerine sahip olduğu söylenen "eşek" bu konuda saf dışıdır. Sözü uzatmaya hacet yok; zira örnekleri uzatmak fazlasıyla mümkün. Sanırım maksat hâsıl olmuştur.

Son söz yerine, "Teşbihte hata olmaz(Teşbih hata kabul etmez.)"

son 1 haftadır götüm öyle bir buz kesti ki anlatamam.Gerçi tişört ve üstüne giyilen ince bir mont ile gayet iyi duruyorum.Okulun dağda olması nedeniyle iyice iliklerimde hissetim soğuğu.O kadar soğuktu ki , arkadaşıma nah çekerken bile üşüdü ellerim.Hava durumunu inceledim türk meterolojisine göre kar bekleniyor amma velakin yağmıyor bu meret nedense.Bir ara tutan tahminleri ile gönlümüzü almayı bilmiş idi meteroloji ama artık kuru sıkı tahminlere geri döndüler.Neyse şu soğuk günlerde eminim ki çoğu kişi yatağının içini osurarak ısıtıyordur hatta kafasını yorganın içine sokup içerdeki havayı teneffüs bile ediyordur , bu yazdıklarımdan iğrenenlere sesleniyorum bir gün sizde yapacaksınız bunu.Diğer yatak ısıtma yöntemi ise elektrikli battaniyedir.Ben 80'lerden bu yana nedense hiç görmedim o battaniyelerden insanların evinde.Asla ve asla o şeylerin üstüne yatmam.Yani bir güven duygusu yok , elektriğe karşı.sakat birşey.Daha bir sürü yöntem vardır , eminim hepinizin söyleyecek bir takım sözleri vardır , kendinize saklayın onları çünkü ben en sevdiğim yöntemden bahsedeceğim şimdi.
Herhangi bir alkol satan yere gidip bir adet cep kanyağı alın , daha sonra yine herhangi bir kahve satan yerden bir adet kahve alınız.Manzaralı bir yere geçip , kahvenizin içine kanyağınızdan katın ve içmeye başlayın.Moda sahilinde yaptığım bu eylemi geçen günlerde tekrarlama fırsatına eriştim , hoş bu sefer yalnız idim.Ama nedense daha bir huzur içindeydim.Kendi kendime konuşup yakından geçen insanların alaycı bakışlarına maruz kaldım ama umurumun ilgisini çekemediler ne yazık ki.Çevresinde yaşadıklarından bunalan herkese tavsiye ediyorum ,yanınıza kimseyi almayın gidin , istanbul boğazına dertlerinizi anlatın , adalardan tavsiye isteyin , istanbul'a kadeh kaldırın.

Anne , ben ne zaman David Lynch izlesem beynim acıyor , gözlerim kan çanağı oluyor algılarım bozuluyor.Yoksa bu yaşa kadar büyüttüğün bu koca oğlun zeka özürlü mü ? Arkadaşları David Lynch'in ne kadar iyi bir yönetmen olduğundan bahsederken , o kafasını sallayıp "hmm evet şahanedir yahu , değişik bir bakış açısı var" gibi kaçamak cevaplar veriyor.Halbuki okumayı seven bir oğlun var , kitap okumaktan büyük zevk alan biri.Sinema ile de ilgileniyor seyirci olarak.Filmler hakkında kıt kanaat yorumlarda yapabiliyor.Ama iş David Lynch'e geldi mi tıkanıyor oğlun.Bilincinin altına giremiyor , ağır geliyor galiba.Simgeleri ve sembolleri çözemiyor.Acaba bu yaşa kadar büyüttüğün oğlun gördüklerini yorumlayamıyacak kadar mı aciz ? Acaba bu yaşa kadar yetiştirdiğin oğlun çok mu tembel ? David Lynch'in anlatmak istedikleri hakkında kafasını yormaktansa , kolaya kaçıp ben anlamadım mı demeyi tercih ediyor.Anne bana yardımcı ol , beni hor görüyorlar.Mahalledeki büyükler köşeye sıkıştırıp , "Anlat bakalım silencio ile David Lynch neyi anlatmak istemiştir?" diyip benimle dalga geçiyorlar.
Anne , her David Lynch filminden sonra ben böyle bir şey yaşamamıştım daha önce diyorum , bu iyi birşey mi değil mi idrak edemiyorum.David Lynch duygularımla oynuyor.Delilikle dahiliğin arasındaki ince farkı kestiremiyorum , bazen çizginin ucunu görüp deli olmak ile suçluyorum kendisini , sonrasında dahilikle.Saplantılarına anlam veremiyorum , ama onlarda birşeylerin gizli olduğunu biliyorum.
Anne sıra arkadaşım Suphi bana şöyle dedi ; David Lynch , bir film yapayım içine sürrealist şeyler katayım , anlaşılmaz filmler çekeyim , insanlar izlesin.Film hakkında soru sorduklarında ise "Sezgilerinizi kullanın gönül dostları" diyip , ufuklara bakıp gizemli bir adam kisvesinde bulunayım derdi içine girmiş biridir dedi David Lynch için.Hatta bunlarla yetinmeyip , "o zaten kesin ibnedir , sarışın erkeklerden hoşlanan bir ibnedir hemde" dedi.Anne bu suphi çok terbiyesiz , öğretmenime söyleyimde yerimi değiştirsin.Neyse anneciğim bana David Lynch'i anlamam konusunda yardımcı ol , alt metinleri çözümleyip bana anlat geceleri yatarken.Seni çok seviyorum anneciğim.

Nedir bu en hastalığı dediğinizi aklıma getiriyorum suratlarınız değişik şekillerde , kafanız karmaşık ne dediğimi anlamaya çalışıyorsunuz.Açıklama getireyim hemen örnekler üzerinden : 2007'nin en beğenilen ... diye başlıyorlar genelde ,o yıl içinde çıkan herşeyi bir sıralamaya koyup derecelendirme sistemi yapıyorlar.Genelde bu listeler pek objektif olmuyor ama bazıları halka açık oluyor.Halk ne ya? kokuyor bu halk denilen şey , iğrenç birşey.Kamuoyuna sunulan bu listeler genelin oylarıyla seçildiği için daha bir inandırıcı oluyor.Sene sonu ve sene başına doğru yeniden piyasaya sürülecekler , 2007nin en bilmemnesi diyerekten.Güzel bir pazarlama stratejisi aslında kızamıyorumda hani.

Bonus Yazı :

Eskiden kanal d'de biz size aşık olduk diye bir dizi yayınlanırdı.Az önce mercan hatırlattı o dizi bana.Çok güzel ve sevimli bir diziydi aklımda öyle kalmış nedense.Türk televizyon tarihinde sektirmeden izlediğim ender dizilerden biriydi.Süperbaba , ikinci bahar gibi dizilere de selamlar olsun buradan.Bu arada Ferhunde hanımlar hala devam ediyor mu acaba ?

Yaklaşıyor kurban bayramı , yine kanlar akacak ,alınlara sürülecek.Kurban pazarlarında el sıkışılıp sallanacak uygun fiyat bulunana kadar.Kabirler ziyaret edilecek vesayre vesayre.Ben şimdi dikkatinizi başka yere çekmek istiyorum.Yakında bütün ana haber bültenlerini süsleyecek olan bir eylemden bahsedeceğim; "Kaçan hayvanlar".Her sene yaşanan bu komik olaylara parmak basmak istiyorum.Sanki ispanyadaki San Fermin Festivali gibi ,boğalardan kaçan insanlar.Onları yakalamak için seferber olan vatandaşlar.Gerçekten çok komik bir görüntü.Kurban kesmenin ilahi mutluluğuna kapılıp kendililerini kaybedip kendilerini yaralayan embesiller.Bu tarz haberleri okudukça gülüyor eğleniyorum.Neyse uzatmayalım daha fazla ,hepinizin bayramı kutlu olsun şimdiden sanki çok umrunuzda ya neyse.

80'li yıllarda herkesin evinde kesin mi kesin olan bir aletti.Böyle uzun sopalısını hatırlıyorum , yaramazlık yaptığımda annem sopayı çıkarmakla tehdit ederdi.Bazende ben sopasını çıkarıp bakşa çocukları tehdit ederdim.Sopasız versiyonu ise , eğilerek kullanıyordu.Dizleriniz üstünde kullandığınız için hep pantolonların diz kısımlarını aşındırıp mahvediyordu.İsminin neden gırgır olduğunu kullandığınız an anlayabiliyordunuz çıkardığı sesten ötürü.Ve de reklamları enfesti.
Şimdi ne oldu da aklına geldi bu garip alet diyorsunuz.Geçen gün içinden geçmek zorunda olduğum pazar yerinde gördüm.İlk bakışmamızda birşeyler hissettik bir birimize karşı.Onu elde etmek için herşeyi yapabilirdim , öylesine tutkuyla bağlanmıştım ki.Pazarda yürüyen teyzeleri egale ettikten hemen sonra gidip bir adet kendime aldım.Eve geldiğimde çok heyecanlıydım.Hemen ekmek poşetinin dibindeki kırıntıları alıp odamdaki halının üstüne serpiştirdim.İşte uzun zaman sonra o gırgırı kullanabilecektim.Elime aldım , ve halının üstünde paralel hareketler ile kullanmaya başladım.Sonuç inanılmazdı.Kırıntılardan eser kalmamıştı.
"80'leri özledim yaa" diyip "oldiys bat goldiys" , "eytis disko nayts" temalı partilere gidiceğinize , gidin pazarları dolaşın ve o dönemlere ait olan eşyalardan alın.İşte o zaman anlıyorsunuz 80'lerin önemini.

Vizelerin başlayıpta bitmeyi unuttuğu şu son zaman diliminde iyice bir fest fud çocuğu olduk.Ders çalıştıktan sonra saat gözetmeksizin yememiz ve yemek ayrımı yapmamız ki ayrımdan kasıt sağlıksız ya da daha sağlıksız olarak.Masa başında sarf edilen tek fiziksel eforun kalem oynatmak olduğu bir atmosferde kalkıpta salata hazırlayıp yemek zaten bir seraptı.Biraz sonra başka bir vizeye daha gireceğim ve buna da çalışırken pek bir hareketli olduğum söylenemez , gerçi pek çalıştığımıda söyleyemiyeceğim.İşte bu vize döneminde masadan gitgide uzaklaşmaya başladığımı hissettim.Sanki her bir gün masaya ulaşmam daha bir zor oluyordu.Nedeni nedendir diye düşünürken , gözlerim göbeğime takıldı.Masa ile aramda büyük bir engel olarak duruyordu.Kendisi ile aram iyidir , ama bu sıralar sanki biraz gelişip kontrolü eline almak istiyor gibi.Hemen banyo'ya koştum.Tartının üzerine çıkıp , ulan acaba kaç kilo aldık düşünceleri içinde gezinirken kafamı aşağıya eğmem ile birlikte yine gözüm göbeğime takıldı , yine kendisi ile ilgili bir takım argo içerikli sevgi cümlecikleri kurduktan sonra , tartının üzerindeki sayılara gözüm takıldı.Hiç bir arada görmek istemediğim sayılar sanki ağız birliği etmişlercesine yanyana gelip halay çekiyorlardı.Bir an geçirdiğim şoktan olsa gerek küvetin bana dönüp "az ye ulan eşşek sıpası" , klozetin "abi gençtürksel kumpanyası var mekdonaltsda gidelim mü?" demesi yetmiyormuş gibi fayansların üstüme üstüme gelmeleri derken kendimi koşarak dışarı attım.Hani züğürt avuntusudur ya "elbiseler 1 kilo etse , az önce içtiğim kola 1 kg , birde sıçarsam oradan 1kg verir en azından 3 kilo zayıflarım ov yea" gibi saçma sapan avuntularda bulunmadım aksine "ulan şimdi tatlı yerim 2kg , üstüne 5 kutu bira 1kg ov yea" demem ile daha bir üzüldüm.Birden camdan dışarıya bakarken buldum kendimi.Bulutlara doğru bakıyordum.Bir an aklıma Atatürk'ün "İstikbal , göklerdedir." sözü geldi.Adam geleceği gören bir adammış dedim içimden.Sonra arkadaşımın bir sözü geldi aklıma "ağbi , bu bulutlar bazen yemek gibi görünüyorlar".İyice tiksindim lan o çocuktan , bir daha görüşümde döveyim diye kendime söz verdim.Neyse gözyüzüne bakarken aklıma neden Neil Armstrong dayı geldi.O yalan ay seferi gözümün önünde canlandı.Ve işte o an anladım ki , bu tartılar ile başı dertte olan herkesin Ay'a gidip yerleşmesi lazım.Ağırlığımız 1/6 oranında azalıyor yahu , ne güzel birşey değil mi ?

Malumunuz ne iş ile iştigalsin sorusuna verdiğim "okuyorum" cevabı nedeniyle uzun zamandır buloğuma gereken özeni göstermiyorum.Arada fırsat buldukça kendi gözlemlerimden oluşan ya da saçma sapan konusu olmayan laf kalabalığına devam edeceğim.Ama bu yine boş kalacak anlamına gelmeyecek , ilgi çekici bir takım haberleri buradan yayınlayacağım.

Rüzgar tribünü artık evler için de üretildi. Böylece herkes kendi elektriğini üretecek.

Çin'den ithal edilen düşey eksenli rüzgar tribünü, 8 saatlik çalışma ile bir evin 24 saatlik ihtiyacını karşılayabiliyor.

Saatte 4 metre/saniye hızla esen rüzgarla bile çalışabilen 200, 300, 500, 1000, 3000 Watt ve 10 KW elektrik üretebilen farklı boyutlardaki tribünlerin fiyatı ise 2 bin ile 22 bin Euro arasında değşiyor. Çin ortaklığı ile kurulan Sawt Turkey firmasının Türkiye Distribütörü Adnan Özbek, 1 KW'lık düşey eksenli rüzgar tribününün 8 saatlik çalışma ile bir evin 24 saatlik ihtiyacının karşılanabileceğini söyledi.

110 YTL'LIK ELEKTRİK: Aynı tribünün bir ayda yaklaşık 110 YTL'lik elektrik ürettiğini ifade eden Özbek, "Bir eve 4-5 bin YTL arasında bir fiyata kurulacak olan 1 KW'lık bir tribün kendisini 3 ile 5 yılda amorti edebiliyor" dedi. Tribünün evlerin yanı sıra, kamu binaları, seralar, sanayi tesisleri gibi bir çok alanda rahatlıkla kullanılabileceğini anlatan Özbek, şunları kaydetti: "Rüzgar enerjisi 1990'dan beri en hızlı gelişme gösteren enerji kaynakları kullanma teknolojilerine sahip olmakla beraber, ülkemizde henüz istenilen düzeyde kullanılan bir enerji değil. Bu durumun değiştirilmesi ve yeşl enerjinin ekolojik ısınmanın engelleyici bir parçası olması elimizdedir. Bunu da rüzgar gibi alternatif enerji kaynaklarına yönelerek gerçekleştirebiliriz. Tamamen sessiz bir şekilde çalışan bu tribünler, rüzgar potansiyeli açısından önemli bir konumda bulunan ülkemizde yaygınlaştıkça enerjide dışa bağımlılığımız da azalacaktır. Hatta Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde kullanılacak elektrik saatleri sayesinde kişi evinde ürettiği fazla elektriği bile satabilecek konuma gelecektir."

Yabancıların bizdeki akbil uygulamasını görüp "tek bilet ile her yere ulan" adlı sloganın altında ezilmesiyle bir araya gelip oluşturdukları tren ağlarının sömürülmesi maksadıyla yapılmış bir uygulama.
Paristen başladık ucuz uçak biletleri sağolsun.Dikkat ederseniz "Paris'ten başladık gezmeye" demedim , sebebi ev ortamını bulduğu yerde götünü deviren bir bünye olmamdı sanırsam.Paristeki 5 günden sonra interrail uygulaması başladı.İlk önce İrun adı verilen fransa ispanya sınırında kalmış şirin bir kasabaya gittik oradan portekize geçtik. İlk durak Lizbondu. Lizbondan Portoya geçiş yaptık. Portekizi bitirdikten sonra sıra İspanya'daydı. Madrid , Barcelona ve ufak yerler olan sevilla ve toledo'ya uğradık.İtalya da ise Floransa , Milano , Roma , Venedik şehirlerini dolaştıktan sonra doğduğum topraklara yani Viyana'ya geçiş yaptık.Viyana'dan sonra Prag , Berlin , Amsterdam ile bu maceraya son verdik.
yolculuk boyunca not ettiğim şeyleri yakında paylaşırım sanırsam diyip şimdi kaçıyorum.

Şimdi ilk cümleyi okuyunca siyasi bir yazı yazacakmışım gibi bir hisse kapılabilirsiniz ama siyasallıktan daha farklı noktalara parmak hatta yaraya tuz basacağım.
Son zamanlarda küreselleşmenin en acı boyutlarından biri olan ""küresel ısınma" ile mücadele ediyorum.Gün içinde attığım ter oranı ile ortaanadolu da kurumaya yüz bırakılmış tuz gölünü bile eski canlılığına kavuşturabilirim.Gün içinde olabildiğince sıvı tüketimine kayıp , kuru gıdalardan uzak duruyoruz ama nafile.Bu yüzden kış aylarını severim , soğuktan korunabilirsiniz ama sıcaktan asla.İşin kötü yanı bu sıcaklar böyle devam eder ise beyin yanmalarından dolayı saçma sapan hareketler yapan bir ton insan çıkacaktır meydana.Şu küresel ısınma mevzusunda sadece biz insanlar mı suçluyuz diye düşünüp dururken bu işte İNEK'lerinde parmağının olduğunu öğrenmem ile rahat bir uykuya dalabildim.Alaman bilim adamları araştırmış bulmuşlar ineklerin geğirmesinden dolayı metan gazı açığa çıkıyormuş falan feşmeken[http://www.shortnews.de/start.cfm?id=659416] .Konuyla ilgili bir başka araştırma ise ; "Dünya üzerinde beslenen evcil hayvan sayısı 20 milyar olarak tahmin edilmekte. bunların 1,5 milyarını danalar oluşturuyor. kesimlik hayvan sanayi atmosfere salınan karbondioksitin %9’undan ve metanın % 37’sinden sorumlu. bir ineğin midesinde yılda 75 kilo metan gazı oluştuğunu, bunun da toplamda yıllık 112 milyon ton gaz olarak atmosfere salındığını hesaba katarsak, ortaya çıkan sonuç, ineklerden çıkan gazların küresel ısınmaya katkısının karbondioksit salınımına kıyasla 23 kat daha fazla olduğu ve ineklerden tüm dünyada var olan trafikten daha fazla zararlı gaz çıktığı." İnsanın "oha felan" olası geliyor değil mi ?
Diğer bir müzdarip olduğum küresel sorun ise "küreselleşme".Artan fast food çılgınlığı ; doymuş , doymamış yağ oranları ; yemeklerdeki şeker miktarları ;ketçap, mayonez, soslar vb... ;depresyon , stress... Amerikada çılgın boyutlara varan obezite hastalığının pençesinde insanlar.dünya çapında okul çağında bulunan 155 milyon çocuk, bugün aşırı şişman.aşırı şişmanlık çeşitli sağlık sorunlarına da neden oluyor. tip 2 diyabet, kalp rahatsızlıkları, felç ve bazı kanser türleri gibi hastalıkların bağlantılı olduğu aşırı şişmanlık psikolojik sorunlara da yol açıyor.

gitgide küreselleşiyoruz galiba.

yine boğucu istanbul günlerinden bir gün kadıköy'e doğru otobüs yolculuğu yapmaya karar verdim , minibüslerin sık sık durması ve sinir bozucu kornalarını otobüse tercih etmiştim.Neyse otobüse binmiş gidiyordum , belediyeciliği sadece kavşak yapmaktan ibaret sanan büyük şehir belediyesinin yapıma başladığı bir kavşakta trafikte sıkışıp kaldık otobüs halkı olarak.Yakıcı güneş otobüsün sol tarafındakileri felç ediyordu ki ileriyi gören biri olarak otobüsün sağ tarafına oturmuştum.Dışarıyı izlemeye dalmışım derken yan tarafta duran arabadaki adama takıldı gözüm.İlk başta ne yaptığını çözemedim biraz dikkatli bakmaya zorladım kendimi ve plesantayı yırtmaya çalışan bir yavru gibi , burnunu karıştırıyordu.Azimli mücadelenin sonunda sümüğü çıkarmış , buruktan çıkan sümükten hemen sonra yaşanan o boşluğu yaşıyordu.Acaba ne yapmalıydı? , araba koltuğunun altına mı sürmeli? , yoksa camdan dışarıya parmak hamlesi ile fırlatması mı gerekiyordu? adamın yerine bu düşüncelere dalmış ne yapmaya çalıştığını kestirmeye çalışır iken inanılmaz bir hamle ile burundan çıkan tatağı ağzına attı.Ne gibi garip bir ruh hali içindeydi bilinmez , neden öyle bir hareket yaptığıda irdelenemez bence asıl sorun onu bu davranışa iten zincirleme reaksiyonlardı.Çevre kirliliğinin yarattığı sera etkini nedeniyle kavrulan hava , kavşak yapmayı bir bok sanan belediye , toplu taşımaya gerekilen önemim verilmeyip herkesin araba ile yolculuk etmesi vs... hoş o adamı ben o toplu taşıma aracında görmek istemezdim.İşin en komik yanı ise olaya karşı vermiş olduğum tepki idi sanırsam otobüsün kavşaktan dönerken günein sol taraftan sağ tarafa geçmesi sebebiyle beynimde meydana gelen buharlaşmanın neticelerinden biriydi verdiğim tepki.Şimdi tepki kısmını bu kadar uzatmam ile verdiğim tepkiye olan ilgiyi maksimum düzeye çektikten sonra ,açıklıyorum ; "acaba msn'e koymak için fotoğraf mı çekseydim?".

tarihler 23 mayıs 2007'i gösterirken bugun tsi ile 21:45te başlayacak olan liverpool-milan maçı öncesinde bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum.Futbolla ilgiliyimdir , takım tutarım ama fanatik değilimdir ki burası ayrı bir yazı konusu olmalıdır.

Liverpool , echo and bunnymen ve beatles'in çıktığı yer."KOP" adını verdikleri ingiliz liman işçilerinin takımı.You'll never walk alone ile efsaneleşen bir klüp.

şimdi giriş kısmına bir son verdiğimize göre artık olayın ana kısmına geçebiliriz önemli olan kısıma.Robbie Fowler , ronaldinho , c.ronaldo , messi gibi cambazların f.torres , adriano , ibrahimovic gibi gol makinalarının olduğu günümüz futbol dünyasında ismi bu ünlü isimler kadar telafuz edilen biri değildir.Endüstriyelleşmenin getirdiği etkilerin futboluda mekanik hale getirdiği günümüzde , makine ruhlu bir futbolcu değil de insanı duygularını kaybetmemiş ,futbolu futbol yapan bir isimdir kendisi.Yaşayan bir efsanedir.

Bundan yıllar sonra futboluyla değil de penaltı değil diye itiraz edip karar değişmeyince bilerek kaçırdığı penaltıya devam edip vuran arkadaşına attığı bakışı , gol attıktan sonra içine giydiği KOP işçilerine destek verin tişörtü gibi davranışlarıyla hatırlanacaktır.Hoş kendisi arsenale 4 dk içinde 3 golde atmıştır.

neden mi bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum ? delicesine sevdiği liverpool kendisine yine kazık atmıştır , sözleşmesi uzatılmayacakmış.

FOWLER IS GOD







Powered by ScribeFire.

Akşam çok şahane bir grup sahneye çıkacaktır , çok önceden biletinizi alıp ortamda reklamını yapmışsınızdır falan filan. Konser zamanı gelir , kapının önünde alkolünüzü alırsınız zira içeride fahiş fiyatlara satıyorlardır.İçeri girmeden bir kızla gözgöze gelirsiniz kesişmeye başlarsınız , neyse o sırada kapılar açılır bir izdiham yaşanır neyse en sonunda içeri girmişsinizdir , biraz esneklik birazda güç kullanarak önlere doğru ilerlersiniz derken o kapının önünde gördüğünüz kızla yanyana gelmişsinizdir.Başlarsınız konuşmaya ne kadar muthiş bir insan olduğunuzu ballandıra ballandıra anlatırsınız aniden grup sahneye çıkar , müzik girer , herkes dans etmeye başlar (konser veren grubun türüne göre değişir) , ve solist elinde mikrofon şarkıyı söylemeye başlar.Ama o da ne?! sözleri bilmiyorsunuz , yanınızadaki kız ise çatır çutur eşlik ediyor tam o sırada birkaç kelime kapmaya çalışırsınız , tam o sırada kız size bakar ve kafanızı sallayıp gözlerinizi kısarak o sırada duyduğunuz bir iki kelimeyi söylersiniz.nakarat kısmınıda kaparsınız ilk şarkı tehlikesi geçiştirilmiştir ya sonrası ?

insanlar genelde sevdikleri şarkıların sözlerini ezberlerler çünkü eşlik ettikleri zaman şarkı ile bütünleştiklerini hissederler gibi bir takım olaylar yaşarlar içten içe.Küçükken özentilikten ezberlerdim şarkıları konserlere gidip avazım çıktığı kadar bağırırdım , bok vardı sanki bard songu ezberleyecek bak japonlara 500,000 kişi mırın kırın şeklinde söylediler albümlerine koydular herifler. neyse efenim yazının anafikrini çıkaracak kadar zeki olduğunuzu varsayıp yazımı burada noktalıyorum.





Powered by ScribeFire.

god of war 2 ile başlıyalım sözümüze ; ilk oyunu oynayanlar bilir pileysiteyşının en efsane oyunlarından biridir kendisi.Grafik olarak , dövüş teknikleri cart curt olarak gerçekten aşmıştır.Şimdi bu oyunun 2.cisi çıkarmışlar.
çıktığı ilk gün 6 farklı yeri dolaşıp , ilk başta demosunu aldım sonra demoyu verip başka bir yerden çift katmanlı dvdsini aldım amma velakin benim slim ps2 açmıyormuş bu dvdleri , başka bir yerden sıkıştırılmış versiyonunu bulduktan sonra oynamaya başladım.3 gün oynadıktan sonra arkadaşıma verdim ps2yi. arada bir geri alıp bitirmeye çalışıyorum ama bu çocuklar yüzünden ps2yi oynayamıyorum lanet olsun hepsine.
ps2siz bu süreçte warblade adlı oyun ile pcde sinirlenip klavye tuşlarını ısırıyorum. sinir bozucu bir oyun sakın oynamayın yada ben çok beceriksiz kalıyorum.
online oyun furyasında ise popomundoda şansımı deniyorum.güzel bir oyun tavsiye ederim.
arada sırada ise pipimle de oynuyorum.

renegade soundwave : kıyıda köşe de kalmış elektronik gruplarından biridir. howyoudoin adlı albümüne özellikle elektronik müzik ile çok ilgiliyim diyorsanız bakmanızda yarar görüyorum ama bu benim çok ilgili biri olduğumu göstermez , kendi hakkımdaki bu gereksiz bilgiden sonra sizlerden bu gruba bir şans vermenizi isteyeceğim.pişman olursanız kota aşım ücretinizi ben vericem.

cocteau twins : 80lerin başında çıkıp 90ların sonuna kadar gelen ilk başlarda robin guthrie, will heggie ve elizabeth frase tarafından oluşan daha sonra guthrie'nin ayrılmasıyla gruba simon raymonde katılır. geçmişi hakkında daha fazla bilgi almak isteyen arkadaşlarımızı internet denizinde ellerinde bir zıpkın ile rahat bırakıp , grubumuz hakkında konuşmaya başlayabiliriz. treasure gibi güzide bir albümleri var , amma velakin yeni başlayacak olanlara heaven or las vegas'i tavsiye ederim.

the moody blues : hak ettikleri ilgiyi hiç bir zaman görmemiş ve çok aşmış amcalardan oluşan bir gruptur kendileri. nights in white satin ile anılırlar genelde , fekat sürüsüne bereket güzel eserleri vardır.

31 mart - 15 nisan tarihleri arasında yapılacak olan ve şahane günler yaşamamıza sebeb vericek olay şimdi aranızda yabancı olan dallamalarda olucaktır onlar içinde "event" kelimesini kullanayım.Programda gerçekten muthiş özellikle "mayınlı bölge"ye dikkat çekiyorum.onun dışında zaten çok kaliteli filmleri de izleyeceğiz.
ekstra bilgi olsun haftaiçleri gündüz seansları daha ucuz olucak (11.00-13.30 ve 16.00) [2,5YTL]
festival filmlerinden factory girl ise korsan gemisinden geldi elime büyük ihtimalle festivalden önce izleyeceğim.
http://www.iksv.org/film/ ahanda bu adresten kendilerine erişebilirsinez.

jim carrey'nin yeni filmi evet , duyanlarınız vardır yada duymayanlarınız , son zamanlarda o eski komik rollarinden sıyrılıp bambaşka bir çizgide yürümeye başlayan jim carrey bu filmde yine değişik bir dram rolüyle karşımızda.
23 sayısını saplantı haline getirmiş bir adamın hikayesi film , ailesinide bu saplantı peşinde sürükleyen psikolojik işkence yaşayan bir adamın dramı.
filmin yönetmeni ise joel schumacher ki kendisi batman, flawless ve phantom of the opera filmleri ile biliyordum.
daha izleme fırsatına erişemedim ama yakında izlerim. Sağdan soldan çalıp çırptığım birkaç materyal ile yazıma son verirken telif haklarına olan saygısızlığımı yine dile getirmiş oluyorum , korsana evet.

’23 Muamması’ tüm olayların doğrudan 23 sayısıyla, 23’ün permütasyonlarıyla ya da 23’le ilgili olan bir sayıyla bağlantılı olduğu inancıdır. İşte örnekler:
1. 23 sayısı sadece kendisine ve 1’e bölünebilen bir sayıdır.
2. 23 sayısı iki filme konu olmuştur, birincisi 1998 yılında çekilen, bir Alman filmi olan ’23’, bir diğeri de başrolünü Jim Carrey’nin oynadığı ’23 Numara’ adlı film.
3. Russell Crowe’un başrolünü oynadığı, Nobel ödüllü yazar John Nash’i canlandırdığı ‘Akıl Oyunları’ adlı filmde, profesör Nash de 23 sayısıyla takıntılıydı. Nash, toplam 23 bilimsel makale yayınlamıştı.
4. Charles Darwin’in 1859’da yayınladığı kitabı ‘Türlerin Kökeni’ de yayınlandığı yıl olan 1859 yani 1+8+5+9=23’e denk gelir.
5. Antik Çin’de insanlar sayıların cinsiyetleri sembolize ettiğine inanırdı. Çift rakamlar kadınları, tek rakamlar ise erkekleri temsil ederdi. Asal sayı 23 ise en erkeksi sayıydı.
6. Bir felaket filmi Airport’ta, bombacının koltuk numarası 23’dü. Lost dizisinde 23, dünyanın sonunu engellemek için bilgisayara girilmesi gereken 6 sayıdan birisiydi.
7. Teröristler, Amerika’ya 11 Eylül 2001 tarihinde saldırdılar. Rakamlar toplandığında 23 ortaya çıkıyor; 9+11+2+0+0+1=23
8. Michael Jordan kariyeri boyunca 23 numaralı formayı giydi.
9. Eski Ahit’e göre, Adem ile Havva’nın tam 23 kızı bulunuyor.
10. Her ebeveyn, çocuğun DNA’sına 23 kromozom verir.
11. Kanın tüm vücuttaki dolaşımını tamamlaması 23 saniye sürer.
12. İnsanlarda cinsiyeti belirleyen 23. kromozomdur.
13. Latin alfabesinde 23 harf vardır.
14. Julius Caesar suikast sırasında 23 kez bıçaklanmıştır.
15. Dünya’nın ekseni 23.5 derece eğridir.
16. Tapınak Şövalyeleri’nin 23 Büyük Üstadı vardır.
17. William Shakespeare 23 Nisan 1564’te doğmuştur.
18. William Shakespeare 23 Nisan 1616’da ölmüştür.
19. Eski Mısır takvimleri 23 Temmuz’da başlar.
20. Mayalar dünyanın sonunun 23 Aralık 2012’de (20+1+2 =23) geleceğine inanırlar.
21. Jim Carrey’nin yapım şirketinin adı JC23 Entertainment’tır.
22. Kurt Cobain 1967 doğumludur: 1+9+6+7 = 23 Kurt Cobain 1994’te ölmüştür: 1+9+9+4 = 23. 23. 23 Numara 23 Ocak 2006’da çekilmeye başlanmıştır. 23 Şubat 2007’de gösterime girmiştir.

danimarkalı bilim adamlarının yaptıkları deney ve araştırmalar sonucu internetin insanları çirkinleştirdiğini açıkladılar.
nedenlerini ta olarak açıklayamazlarken elde tutulur bir neden olarak ortaya attıkları sav ise çok ilginç , gelin bunu danimarkalı doktor prof.dr.jörgen ege'den dinleyelim.
"yaptığımız araştırmaların sonucunda monitörden yayılan ışınların insan cildi üzerinde bir takım deformasyonlara yol açtığını gördük. uzun vadede bu fotonlara maruz kalanların çirkinleşmesi mümkündür."
internetin bağımlılık yapan hastalıklar listesine alındığı şu günlerde bu haber , bilgisayar başında zaman geçiren kızlarımız ve erkeklerimiz için üzücü bir haber olucaktır.

şimdi yukarıdaki haber kıvamındaki yazı ne kadar gerçekçi geldi gözünüze değil mi ? ama size bunun tamamen kendi tarafımdan yazıldığını ve ünlü bir websitesinde insanları süzgeçten geçirmeme yardımcı oldugunu açıklasam , ha hoş olmaz mı ?

Müritler


 

Bu adreste yazılan bütün yazılar yazan kişiye aittir.Çalan, izintisiz alıntı yapan hakkında işlemler yapılacaktır.Yapıcaksan da haber ver.
Sayfanın bu kısmını okuduğuna inanamıyorum, git daha makul işler ile ilgilen.