Yıllardır icra ettiğim meslekten emekli olmam ile beraber içine düşmüş olduğum buhran, ulan demek ki insan yaşlanınca da böyle hissediyor diyorum hani şu sıkıntı ve üşengeçlik durumu olmasa huzur evlerine gidip kent bayram şekeri reklamları kisvesinde hepsinin boynuna sarılıp "bayramın kutlu olsun amcacım/teyzecim" diyeceğim. Evet, bu boşluk durumu duygularımı da bir boşluğa itmiş durumda ne hissettiğimi anlayamıyorum. Gelecek ile ilgili olan plansızlık, harita okumasını bilmeyen bir denizci misali allah ne verdiyseden ziyade rüzgar nereden estiyse oraya gideyim modunda devam ediyor hayatım. Bu arada yaşlı demişken, bu yaşlıların çocuklarla olan iletişimlerine kıl oluyorum arkadaş. Hayır o kadar yaşlısın ki, 38 yaşında bir insan bile senin için "çocuk" sınıfına dahil oluyor, görsen sanki kaplumbağa. İletişim kurulacak olan kişi bir çocuksa, ki bu çocuk ilkokul çağına yeni girmiş diyelim bir elinde oyuncak kamyonu diğer eli burnunda sümük çıkarmakla meşgul. Yaşlı dayımız gelip bağırarak "he (bu cümleye nasıl bir giriş yapacağını bilemeyen insanlarda olan bir sorun), nerede senin cankurtaranın (yaşlıların en büyük özelliği, eski kelimeler kullanmak), he ne ? (o sırada nispeten daha genç olan çocuk, torun ile olan iletişimi bir iki saniye için sekteye uğratıp "baba o cankurtaran değil, ambulans" diyerek kendi kendine 1. ve 3. jenerasyonu birbirine bağlayan köprü jenerasyon kisvesine bürünüp gururlanır.), ha tamam nerede senin ambulansın, alayım mı kamyonunu, kamyon çeker 2-3 ton gönlüm çeker paris hilton. (Yaşlı burada erör vermekte)
Telefonum çalıyor, çıkmam lazım. (bir yazı böyle kesilip atılmaz ki arkadaşım, böyle basit oyunlarla gelme karşımıza bir daha.)

Camndan bakınıp duruyordu, trilyonlarca damlanın intihar edişini izliyordu. O kadar yükseklikten camlarına düşüşlerine bakıp, sıkıntılı bir şekilde iç geçiriyordu. Çok duygusaldı sonuçta ne zaman yağmur yağsa camdan dışarıyı izler, duygulanır ağlardı. Ama bu yağmurda çok farklı olan birşey vardı, bir hiddet vardı bulutlarda içlerindeki nefreti kusuyorlardı sanki, bu sefer camdan bakarken böyle geçirmişti aklından. Büyük bir gürültünün ardından, her zaman arkasında güvenle durduğu o cam damlaya damlaya göl olan, şiddetlendikçe sel olan suların kuvvetine dayanamayıp üstüne çöktü. Çok sevdiği o ıslak toprak kokusu artık ciğerlerindeydi, odasının içerisini bir çamur deryası kaplamıştı. Kibrit kutusu gibi olan evinin ince duvarları da çok fazla dayanamadı. Selle beraber hareket etmeye başladılar, sürgündeydiler. Gözlerine, burununa ve ağzına giren çamurlar ışıkla olan iletişimini kaybetmesine neden oluyordu. Ve en sonunda, sigortalar attı hayatla olan elektrik alışverişi son buldu. Çok sevdiği ıslak toprağın altındaydı, ama bu sefer çürük kokuyordu. Bir insanın ayakkabısı altında can veren sümüklü böcekler gibiydi. Diğer arap kızları gibi petrol içinde değil, çamur içinde yüzüyordu. Hayat acımasızlığı bir kez daha göstermişti. Tabi kimilerine göre teknolojinin kurbanıydı.

Müritler


 

Bu adreste yazılan bütün yazılar yazan kişiye aittir.Çalan, izintisiz alıntı yapan hakkında işlemler yapılacaktır.Yapıcaksan da haber ver.
Sayfanın bu kısmını okuduğuna inanamıyorum, git daha makul işler ile ilgilen.