Havanın en sıcak, altının en pahalı olduğu şu dönemlerde evlenen arkadaşlarıma buradan mutluluklar diliyorum da ulan allahın belaları, bok vardı 4 hafta içinde 7 çift olarak dünya evine girdiniz. Ben anlamıyorum arkadaş dünya evine girilip girilmeyeceğine neden belediyeler karar veriyor ? Gereksiz bir sürü işlem, bu arada bulaşıcı hastalığınız varsa evlenemiyorsunuz yani o klişe "seni bu bataktan kurtaracağım" sözleri yalanmış arkadaş. Bir maymunla sevişip, aids olduysan bu dünya evine giremiyorsun. Gavur izmirin, gavur kukusu gibi yandığı şu zamanlarda düğünler yüzünden zaten pek cebimde bulunmayan para da olmayınca deniz kenarına gidip, terlediğin zaman kızışan yerlerini serin sulara sokma gibi bir şansında olmayınca evde vantilatörün üflediği sıcak hava ile yetiniyorsun. Şuurumu kaybetmiş bir şekilde yaşadım. Bir bitkiden ter farkım fotosentez yapamıyor oluşumdu, lanet olsun.
İki kişi dünya evine girebilmek için o gece sevişecek, ve belediyenin görevlendirdiği bir kişi yasal zina cüzdanını geline mi damata mı vereyim geyiği yapacak filan. Ulan ilkel bir kabile gibi onlar sevişsin, çocuk yapsın filan diye saçma sapan dans ediyorsun. Bre zındık, televizyonda dans eden afrikalıları görüp "lan çok ilkel bu maymunlar, vuvuzela da çok retroskopinik" diye gevrek gevrek konuşuyorsun. Ama bilmiyorsun ki uyduda yer alan düğün tv'yi açan afrikalılar da "ulan bu kolbastı oyunu da çok sikik lan" dediğini bilmiyorsun.
Şu düğün ortamlarında ortada koşturan çocuklar kadar, sarhoş olup milletin kolunu çıkarırcasına "enişteeaağğğhhh, kalk oynayalım" diye kendinden geçenler çok tehlikeli oluyor. Neyse her genç kızımızın rüyası o beyaz elbisenin içinde olmak, pembe panjurlu evinin önündeki bahçede köpeği ve çocukları ile beraber oynamak filan. Kim soktuysa bunları akıllarına artık bilemiyorum.

Düğün ortamında kendini gösteren kızlara bir önerim, beyaz dar elbiseleriniz yüzünden sıcak olan havayı daha da ısıtıp sera etkisi yapmasanız üstümüzde çok şık olucak. Hele ki oyunlarda hop hop zıplayıp, ikide bir düşen elbisenizi boğazınıza kadar çekmeniz pek hoş durmuyor. Ama sırttan akan terin, kalça gamzelerinin oluğunda biriktikten sonra yavaş yavaş aşağı süzülüp, o yuvarlak kıvrımlar otoyolundan tünele doğru yaklaşıp, şıvmpghğhğhhh. oğhhh.

İzmit yöresinde yer alan tarlamızdan geldim taze taze. Bildiğin tarla evet, havalar birazcık daha ısınınca tekrar geçen senelerde olduğu gibi domates salatalık ve envai çeşit meyve sebze ekilecek. Akşam vakti kuyuda soğumuş olan rakı alınıp çay bardaklarına dökülecek, akşam melteminde suratı yavaş yavaş okşanması eşliğinde yudumlanacak. Ateşin üzerinde utanıp kızaran et çokta üzerine gidilmeden tabağa konulacak. Ama bunun yerine iş yerindeyim. Mental seviyeleri sosyalleşmemiş bir primat ile eş değer olan insanların arasında tek başımayım. Telefon melodileri kurtların vadisi temalı olan bu insanlar halbuki o kurtların çok güzel dans edebildiğini bilemeyecek olması ne kadar acı verici. Karnım acıkıyor, gidip bir şeyler tüketmeliyim.

Uzun süredir buraya vakit ayırmamamın sebebi herhalde yoğun bir iş temposunda çalışmam ve düzenli bir hayat idare ettirmiş olmam yüzünden değildir. Arada insanların vakit ayırıp baktığı bir yer olduğu tamamı ile aklımdan çıkmış gitmiş. Şu yazıyı yazarken bile nasıl uykum var anlatamam, ulan bıktım sabahın köründe kalkmaktan. Keşke sanatçı olsaydım, istediğin zamanda kalkardım. "Abi, birşeyin mi var kaç gündür soluk görünüyorsun suratın asık bir derdin mi var?" sorularına vereceğin cevap "Yeni projem üzerinde çalışıyorum, ama henüz toplum buna hazır değil." diyebilmek isterdim. Halbuki eve gittiğimde televizyonda türk dizilerini izleyip, akşamda bir takım forum sitelerinde dizi kritiği yazan biri olmak isterdim. Sokağa çıkıp dolaştığımızda görüyorsunuzdur kendi yaşınızda veya sizden daha ufak yaşta insanların zenginliklerini. İşte onlara imrenerek bakıp "lan şuna bak ya, bende niye ... yok" (boşluklu alan özendiğiniz şey olabilir, kiminize göre araba, kiminize göre louis vitton çanta, kimine göre penis). Şayet yanınızda bir arkadaşınız varsa "baba parası yiyorlar abi bunlar" diye olayın örgüsünden kurtulmak için çırpınabilir ama bunu diyen arkadaşınız ise ailesel sorunlarını içe atan, içten içe babasına olan hırsını o zengin piçinin sorumsuz ebeveynlerinden çıkarmakta. Gerçi bir 50 metre yürüdükten sonra karşı taraftan gelen dolgun memeli kız ile bütün o fakir-zengin edebiyat programını yerini geceyarısı porno kuşağına bırakıyor. Tahrik unsuru olmadan da tahrik oluyoruz aslında, gerçi bu hususu açıklamam için birazcık daha uyanık olmam lazım başka bir yazımızın konusu olsun bu. Eşşeğin aklına karpuz kabuğu düşürdük. Yaz aylarına girdikçe gönülün yoğurt kıvamından çıkıp sulanıp ayranlaşması, bu sulanmanın erojen bölgelerde de artması ile değişik bir döneme giriliyor. Bir anda çıplaklığın getireceği öz güven eksikliği yüzünden "öf göbeğim var ya, kilo vermeliyim acil" sözcükleri beyin kıvrımlarında viraj almaya başlıyor. Hayır, sokayım arkadaş karpuz diyorum karpuz. Ama eşşek ne anlar hoşaftan. Soyut olarak bir düşünseler şu karpuzu, bak yaz aylarının en güzel bitkisidir, karpuz. Hem kilo vermene de yardımcı olur, hem yazdan zevk almanı da sağlar (mastürbastif eylemlerine kurban edin demiyorum, soğuk yiyiniz yazıyorum keçeli kalem ile karpuzlarınızın üstüne).


Ev hanımları, çeşitli hayatların çeşitli hikayeler ile yoğrulması ve bir teflon tava da kısık ateşte soğanlarla beraber pembeleşmesi. Bu hanımlarımız ya EZEL'den beri ev işi yapan annelerdir veya belli bir kariyeri "çocukta yaparım,, kariyerde ulan" dedikten hemen sonra yapamayan saygı değer insanlardır. Bu kariyerini bir kenara bırakıp evinin hanımı olan insanları ayrı bakmak lazım, korkmak gerek bunlardan. Ulan bir kadın neden düzenli bir geliri kenara bırakıp, iğrenç ev işleri ile yetinmek isteyebilir ki ? Bu tarz insanlara hep şüphe ile yaklaşırım. Büyük ihtimalle alışverişe gidiyorum diyerek gizli tarikat toplantılarına ayinlerine katılıp belli ritüelleri yerine getirmektedirler. Hatta ve hatta ajan bile olabilirler, yani "goodnight kiss" diye bir film vardı hani ondaki baş karakterimiz geena davis oynuyor idi, aslında bir ajan ama ev hanımı. Ama nedense ev hanımı denildiğinde aklıma gelen tek şey ise belli fantezilerde baş rolü oynayan karakter oluyor.
Anne olan ev hanımlarına ayrı bir paragraf ayırıyorum ve birazcık analarımızın üzerine gidiyorum. Nedir bu radyasyon takıntısı sizdeki ? Gören de evde nükleer santral var sanacak. Çocuklar seyreltilmiş uranyumu elinde topak yapmış halının altındaki sümüklerin yanına sürüyor. İlk başlarda televizyon bu RADYASYON EV HANIM'larının en büyük düşmanı idi. Aralarında yıllarca bir savaş sürdü. Yıllar içinde japon bilimadamlarının teknik desteğini yanına alan ev hanımları filtreler gibi, radyasyon çeken magmatik taş gibi çeşitli çareler ürettiler. Ama ev ahalisi LCD teknolojisinin çıkması ile "bak bunlar radyasyon yaymıyor, telaş yapmaya gerek yok" deyip televizyon ile olan savaşta ateşkes imzaladılar. Ama yaygınlaşan adsl kullanımı ve laptoplar yüzünden ev içinde kullanılan kablosuz modemler ve cep telefonları yeni düşmanları oldular. İzlediğiniz dizilerin yeni bölümlerini, yeni çıkan filmleri veya çıkan son albümleri gece indirsin diye açık bıraktığınız (porno indirenleriniz de var ama onları burada rencide etmeyeceğim, konumuz ev hanımları, onların mastürbatör çocukları değil.) bilgisayarlarını kapatan, "modemden radyasyon yayılıyor bütün gece uyuyamıyorum" veya "bilgisayardan çok ses çıkıyor" gibi türlü basit bahaneler ile onlara yapılan bu SOYKIRIMI lanetliyorum. Cep telefonları hakkında ürettikleri diğer saçma sapan, akla hayale ve ceplere sığmayan bahanelerinden bahsetmiyorum bile çünkü haklılık payı var (hepimizin içinde bir ev hanımı var hissiyatı).
Radyasyondan koşarak kaçıracaksınız bu gidişle insanları.


ibret olsun diye bazılarınızı burada TEŞHİR ediyorum

Sofranın herşeyi yerli yerinde. Rakı şişesi , su, buz, mezeler. Ve çalgıcılar.
Rakı şişesi benim, mezeler ise muhabbetimiz. Su sensin ve buz ise sevgimiz. Çalgıcılar ise çevremiz. Onlar çalar biz söyleriz. Zaman zaman onlara eşlik eder, hepberaber söyleriz zaman zaman içten söyleriz. Kimi zamanda istemeyiz onları, eşlik etmez kalkıp oynamayız.
Rakı saftır, su aziz. Safta içilir, hemde çok kolayca. Safın içine azcık buz koydun mu olmaz hep birşeyler eksik gelir. Su ile tamamlamak gerekir. Buz payına göre doldurursun bardağı su ile. İşte o zaman bildiğimiz görüntüsü ile rakı çıkar ortama, işte içimi en güzel en rahat en keyifli olanıdır. Ama bazen suyun olmaz, safça içersin onu. İçinde buz parçacıkları ile, rakı bulanmıştır artık, suyu arar olmuştur. İşte saf içmenin de tek kötü yanı odur, acı olur zorlanırsın yutkunur iken. Meze de bitmeye başlarsa artık o sofradan kalkma zamanı gelmiştir, o saatten sonra çalgıcıların sesi davul olur kafa şişirir. Önemli olan limitlerini bilip sofraya oturmaktır, körü körüne sarhoş olup, tek başına kalkmamalı masadan.

Müritler


 

Bu adreste yazılan bütün yazılar yazan kişiye aittir.Çalan, izintisiz alıntı yapan hakkında işlemler yapılacaktır.Yapıcaksan da haber ver.
Sayfanın bu kısmını okuduğuna inanamıyorum, git daha makul işler ile ilgilen.