Eskiden kasetten kasete çekme yöntemi kullanarak kendi kasetlerimizi yapardık.Hatta mikrofonu olan şanslı kişiler radyo vj'yi kisvesinde kendi seslerini de kaydederlerdi (evet yapıyordum ne var yani? ).Raks marka kasetler yaygın olarak kullanılırdı.Hatta orjinal albümlerin ender bulunduğu zamanlardı, akmar pasajından çekme kasetleri alırdık.Peh ne yıllardı diyip dinazorlaştıktan hemen sonra olayın modern versiyonundan bahsedeceğim. Bütün bir ay boyunca dinlediğim, dilime dolanan şarkıları 90lık kasetlerimize çekeceğim.Sanal ortamda nasıl olucak lan bu iş dediğinizi duyar gibiyim.Bu sesleri paraziti gidermek için, en çok dinlediğim 20 şarkının listesini yapacağım ki bununla idare edesiniz.Şimdilik last.fm'in yardımıyla en çok dinlediğim 20 şarkıyı sizinle paylaşacağım;
1. Placebo – I Know
2. Kattoo – [untitled]
3. Alex Beaupain – Les Yeux Au Ciel (Louis Garrel)
4. Oi Va Voi – Refugee
5. Fatih Erdemci – Ben Ölmeden Önce
6. Muse – Knights of Cydonia
7. Oi Va Voi – Yesterday's Mistakes
8. dredg – Jamais Vu
9. Rammstein – Mein Herz brennt
10. The Gathering – Saturnine
11. Muse – Assasain
12. Ladytron – Seventeen
13. Editors – Blood
14. Blonde Redhead – Elephant Woman
15. Tiamat – Do You Dream of Me?
16. Saybia – In Spite Of
17. Athena – Yalan
18. Ellen Allien & Apparat – Jet
19. UNKLE – Keys to the Kingdom
20. Yann Tiersen – Sur le fil
Kuzeyden gelen poyrazın etkisinde kalmış bendenizin sizin gibi bu bulloğu takip eden güzel insanlara olan son kıyaklarımdan biri de bu rehber olsun dedim. Kuzey Avrupa sinemasını merak ediyorum diyenler için başucu rehberi olsun diyor sözü uzatmadan konuya giriyorum;
(En dag til i solen) Water Easy Reach - Bent Hamer
(Salmer fra kjøkkenet) Psalms from the Kitchen - Bent Hamer
Eggs - Bent Hamer
Factotum - Bent Hamer
* Bent Hamer, norveç denilince akla gelen bir isim olucaktır bir klasman yapacak olursak.İmzasını koyduğu her filmi izlerim, ki bizzat şahsı marmaradan bile çıksa yenilecek kıvam ve lezzettedir.
(101 Reykjavík) - Baltasar Kormákur
* Dört bir yanı sular ile çevrili olan izlandadan gelen istanbul film festivali ödüllü yönetmendir kendisi bu filmde rol almıştır ve Me and Morrison'da da bir rolü vardır.
(Minä ja Morrison) Me and Morrison - Lenka Hellstedt
* Yuvasından kopmaya çabalayan bir kızın gençlikten olgunluğa attığı adımlar, yardım etmenin zorluğu, gururunuzu kaybettiğizde aslında ne kaybetmiş olursunuz sorusuna cevap arayan bir film.
(Kauas pilvet karkaavat) Far Away the Clouds Escape - Aki Kaurismäki
(Mies vailla menneisyyttä) The Man Without a Past - Aki Kaurismäki
* Finlandiyalı usta yönetmenin bu iki filmi güzel bir başlangıç olucaktır.Cannes'da büyük ödül almıştır, kendisi hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler ekşisözlüğe başvurabilirler.
(Pakten) Waiting for Sunset - Leidulv Risan
* Önemli isimlerin rol aldığı bu filmde Norveç semalarından gelmekte, psikolojik gerim (gerilim değil) sevenlerin oldukça hoşuna gidicektir.
(Qaamarngup uummataa) Heart of Light - Jacob Grønlykke
* Danimarkalı bu yönetmen danimarka'da bir marka olucak kadar iyidir diyip geçiştirmek istiyorum.
(Elling) Me, My Friend and I - Petter Næss
* Norveç yapımı güzel bir komedi filmi, belki de izlediğim en güzel norveçli filmlerden biridir.
Reprise - Joachim Trier
* Joachim Trier imzalı Reprise, Norveç Ulusal Film Ödülü'nü almış gelecek vaad eden bir isim.
(Sista kontraktet) The Last Contract - Kjell Sundvall
* İsveç'in önemli bir isminin suikaste kurban gitmesini araştıran bir memurun hikayesini ele alan bir film.
The Beautiful Country - Hans Petter Moland
* Amerikan sermayesi kullanıldığından ötürü ünlü isimlerin rol aldığı gayet başarılı bir üzüntü (dram değil) filmi.Amerikaya gelen bir mültecinin başından geçen olayı ele alıyor senaryo.
(Frozen Land) Paha maa - Aku Louhimies
* Finlandiya'dan bir başka film daha, Buz Diyarı pek çok insanın kaderinin kesiştiği duygu yüklü bir dram, duygusal yoğunluğu ,temposu ve günümüz Finlandiya’sının gerçekçi tasviriyle kaçırılmaması gereken bir film .
(Niko - Lentäjän poika) - The Way to the Stars
* Bir Ren geyiğinin hiç tanımadığı babası gibi uçmayı arzu etmesini konu alıyor ki babası noel dayının ren geyiklerinden biridir.Finlandiyadan animasyon çıkamaz diyen olursa diye hazırlanmış bir tokat.
(Huutajat) Screaming Men - Mika Ronkainen
* Daha izleme fırsatı bulamadığım bir müzikal-belgesel kıvamında olan bir belgeseldir kendisi.Yakın zamanda izlemeyi arzu etmekteyim.
Küçüklüğümden beri bir şeyleri biriktirmeye başladım.. Önce kinder süpriz yumurtalarının içinden çıkan heykellerini.. 10'ar 10'ar alırdım. Çikolatalarını yemeden çıkarırdım içlerinden. Sonra başka türde sakızlar çıktı. Değişen bir şey olmadı. Ha bire biriktirdik.
Daha sonraki yıllarda ismini şu an hatırlayamadığım kartlar çıktı. Kutuda satılırdı. Arabalar, uçaklar, gemiler vs. vs. Her bir kartın üzerinde o taşıtın özellikleri yazılırdı. İskambil gibi oynardık okulda, sokakta.. Bundan sonra da 4'lü Panini futbol çıkartmaları. 94 senesiydi. Amerika 94 Dünya Kupası'nın yapıldığı yıl. Doğu ve Batı Almanya birleşmişti. Efsane futbolcuların olduğu efsane bir dünya kupasıydı. Baggio o meşhur penaltıyı kaçırmış Brezilya şampiyon olmuştu, bu konu hakkında da ayrı bir yazı yazmam lazım. Panininin çıkartmalarından nerdeyse her bir futbolcudan ikişer tane olmuştu elimde.
Şimdi ise yeni bir film elimize geçtiğinde aynı çocuksu sevinci yaşamıyor muyuz? Ne gerek vardı.. Ne çıkartmalar kaldı geriye, ne de kartlar.....
Şimdilerde ise yığınla okunmamış, sayfası bile çevrilmemiş onlarca kitap durur kütüphanemde. Ve yurtdışından getirtildiği halde dinlenmemiş müzik cd'leri... İzlenmemiş yüzlerce film... Hiç kurulmamış binlerce program... Bakılmamış milyonlarca fotoğraf...
Yıllar geçti, değişen hiç bir şey olmadı. Değişen yıllar oldu sadece. Senelerin alıp, götürdüğü bir ömür. Şimdi durup, düşünüyorum: Peki neden biriktirdim, biriktiriyorum? 3 günlük dünyada bunları nereye götüreceğim? Şöyle bir düşündüm de galiba sebebi "her şeye sahip olma" duygusu. Daha da önemlisi "şimdi olmasa bile zamanı geldiğinde kullanma" düşüncesi. "Bir gün lazım olur" nasıl olsa.....
Ne o çocukluğumdaki Tipi Tip karikatürlerine bakıldı, ne de kitaplar okundu. "Zamanı geldiğinde lazım olur" diye avuttum kendimi hep. Zamanı geldi belki de geçiyor. Ne kadar ömür kaldı geriye bilinmez.. Peki o cd'leri dinlemeye, o kitapları okumaya, o filmleri izlemeye yetecek mi?
Artık vazgeçtim biriktirmekten, arşivlemekten. Elimdekileri okumaya, dinlemeye, izlemeye başlamalıyım artık. Yanlış yaptığımı çok geç de olsa farkettim. Belki de bu hayatta öğreneceğim buydu zaten...
Uzun zamandır karşılaşmayan iki "tanış" bir gün ansızın karşılaşıverirler hiç alakasız bir yerde. Bir an tereddütle duraklar ikisi de. Sonra kısa bir göz teması ve sessizlik izler bunu. O an, ikisinin de aklından hangi cümleyi kuracağına dair düşünceler geçerken biri diğerine "Nasılsın, ne var ne yok görüşmeyeli?" deyiverir. Her şey o kadar ani olur ki öbürü düşünmeye bile fırtat bulamadan sanki onca zaman içinde yaşanılanları, kafa yorulup gönül daralmalarına ve dahi genişlemelerine sebep olan onca olayı anlatabilecek başka kelimeler veya cümleler yokmuş gibi cevap verir: "Ne olsun, eh işte..."
Bir "Eh işte..."nin içini insan ne ile doldurabilir ki... Aslında her şey o kadar kötü ki neresinden başlayım, nasıl anlatayım bilemem. Hem anlatsam ne olacak? Sanki bitecek mi dertler, sıkıntılar, elemler. "Ne olsun, eh işte... Yaşıyoruz." Buna da yaşamak denirse. Aman, şimdi anlatıp da canını sıkmayayım. Hayat; hepi topu bir "Eh işte..." işte.
Veya bir "Eh işte..." ne iyidir halim, ne kötü mânâsına da gelir. Bazen iyiyim alabildiğine, bazen ise durumu ne sen sor ne ben söyleyeyim. Bildiğin gibi. Bilmediğin gibi aynı zamanda. Hayat. Her gün aynı şeyler. İş, ev, uyku, yemek, gönül darlığı... Şimdi bunları konuşmanın anlamı yok. Beni boş ver, senden ne haber?
Bir eh işte, sanki bir "Ah işte..." gibidir. Bir "ah"tır da sanki o an yakıcılığını hafifletip bir "eh"e dönüverir. Bir "ah" ile bir "eh" arası geçiş yürekte hiç de böyle kolay olmayan bir geçişe sahiptir oysa.
"Ee dostum, nasılsın, ne var ne yok?"